Türk Dünyası

Asya kıtası, asırlarca dünya tarihine hükmetmiş bir coğrafyadır; fakat ilim alemi XIX. yüzyıla kadar bu coğrafyanın tarihini ayrıntılı olarak araştırmamış, adeta unutulmaya terk etmiştir. İnsanoğlunun kültür hayatını zirveye çıkararak büyük imparatorluklar kurduğu bu coğrafya, çağı içinde diğer kıtalardaki kültürel, ekonomik ve askeri gelişmeleri fersah fersah geçmiştir. “Büyüklüğü atlı göçerlere maceralar sunan ve vahaları yerleşiklere, onların bilge ve kararlı emeklerine zenginlikler sağlayan bu topraklar üzerindeki dikenli tellerden oluşan bir sınır, sanki başka bir Çin Seddi gibi, yaşamın düzgün akışını paramparça ederek manzaraları ve halkları böldü. Afgan dağlarından aşağılara inerek bozkırın çayırlarında döne döne giden ya da Baykal Gölü’nün buzlu aynasında oynaşan bu özgürlük ülkesinde, yerini başka hiçbir düzenin alamayacağı bir sistem, “Asyalı’yı yaratarak koca bir dünyayı ele geçirmiş ve etkisini egemen kılmıştı”. Askeri hüviyete sahip olan Asya imparatorluklarında varlığıyla devleti güçlü bir birlik altında toplayan liderler zaferleriyle kısa sürede bu coğrafyada hakim olabiliyorlardı. Fakat bu sistemin çöküşü yükselişine zemin hazırlayan sebepte yatıyordu, yani her şey bir tek lidere bağlıydı. Devleti kuran kişinin ölümü, arkasından gelen liderlerin dağılan boy birliğini tekrar sağlayamamaları çöküşe sebep oluyordu. Bu da yükselişteki hız seyrinin az bir farkla aynı şekilde çöküşte de oluşmasına zemin hazırlıyordu. “Atlıların dörtnalları kadar atılgan ve ateşli, vahalarının tarlaları kadar bitek ve verimli, çöllerinin kumları kadar parlak, göz kamaştırıcı ve kontrastlarla dolu olan bu uçsuz bucaksız topraklarda olağanüstü heyecanlı bir tarih örtüsü örtülmüştür”. Orta Asya acımasız hayat şartlarının insanı çelikleştirdiği bir coğrafyadır. Nasıl soğuk kış gecelerinde aç gezen kurtlar, kendi sürülerinden bile olsa, kan kokusu aldıklarında yaralı kurdu parçalayıp yiyebiliyorlarsa, boylar da birbirlerini böyle yok edebiliyorlardı. Oysa öldürülen kurt, o sürünün bir ferdidir. İnsan mantığında acımasızlık şeklinde görünen bu olay, hayatta kalmak için öldürmenin zaruretini açıkça göstermektedir. Hayatta kalabilmenin tek yolu budur. Ölmek ya da yaşamak arasında yapılacak seçim her şeyin sonunu belirlemektedir. Bu mücadele, hayatın seyri içinde ama barbarca gerçekleşiyor ama normal bir şekilde devam ediyordu bu hiçbir şeyi değiştirmiyordu. İşte bu mücadele ortamında yaşayan her boy, kurtlar gibi acımasız olmanın zaruretine inanırdı. Asırlar, onlara bağışlamanın, zayıflığın sonunun ne olduğunu tecrübeleri ile göstermişti. Çarpıcı fakat acı olan bu gerçek, tüm çıplaklığıyla gözler önündeydi. Boyların bu realiteyi görmezlikten gelme gibi bir alternatifleri yoktu ve olamazdı. “Olağanüstü boyutlardaki doğal karmaşıklığına rağmen Orta Asya, kendi özgün kimliğine, coğrafi bütünlüğüne, dinsel, dilsel, kültürel ve etnik insan topluluklarına sahip olan bir ülkedir”. “Orta Asya her zaman bir karşılaşmalar ve kopuşlar yöresi olageldi. Geçmişte yükselen imparatorluklar, uluslara, kültürlere ve dinlere, yan yana bulunma ve kendini ifade etmeyi sağlayan hoşgörüleriyle göze çarparlardı”. Asya kıtasında kurulan imparatorluklar dünya hakimiyetini gerçekleştirme mücadelesini verirken, çağdaşı Avrupa, ilkçağın karanlıklarında yolunu bulma çabasındaydı. Asya kıtası bu üstünlüğünü Milattan önceki yüzyıllardan M.S. XVIII. yüzyıla kadar devam ettirmiş ve bu yüzyıllardan sonra hakimiyeti Avrupa kıtasına tamamen kaptırmıştı. Artık şanlı geçmişi ile avunmak, Asyalının sonraki yüzyıllarda yaptığı dövünmenin ardından kalan nostaljiyi temsil ediyordu.

© Kazakhan 2024. Tüm Hakları Saklıdır.

Çevir